
1969 yılında günümüz Batman ilinin sınırları içerisinde kalan Sason ilçesinde dünyaya gelmişim ancak ailem 1972 yılında İstanbul’a göç etme kararı aldığı için İstanbul’da büyüdüm.
Batman’da doğmuş, Türkiyeli bir Ermeni’yim.
1985-86 yılıydı, o tarihten bu tarihe kadar da Samatya’da yaşamaya, Samatya’yı yaşatmaya çalışıyoruz.
Bizim büyüklerimizin hayatında kilisenin çok büyük bir önemi vardı.
Bizim zaten İstanbul’a taşınma nedenimiz bu. Çünkü bulunduğumuz yerde artık kiliselerimiz yıkılmıştı, din adamları ve büyüklerimiz hiçbir zaman saygı göremediler ki benim dedelerim, yayalarım her ikisi, her iki tarafta da din adamı olmadan, dini tören yapılmadan gömülmüşlerdir.
Seneler sonra ben gidip okuyabildim. Bir yandan şans olarak atlatıyorum.
O anlamda da memlekete gittiğim zaman eğer vaktim müsait olursa orada tanıdık olsun olmasın herhangi bir dua okunduğunu gördüm zaman gider, ben de onlarla okurum. En azından ailenin acısının, yüreğinin ferahlaması isterim. Çünkü bazen sesleri onu sağlar ya.
Köprü olmayı seçiyoruz bir yerde biz. Bizim sesimiz üzerine insanların nispeten gelip bu ruhlarını daha iyi açabilmeleri, dualarını daha da kalpten söyleyebilmeleri için elimizden geldiğince biraz o görevi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Samatya’da daha çok çocukluğum, işte genç kızlığa evrilme dönemlerini yaşadım.
Benim Samatya’ya gelme olayım, hafızamda kalan en canlı anı, Samatya’ya taşındıktan sonra 86 yılıydı.
Ahmet Kaya’nın hiç unutmam yeni kasedinin çıktığı seneydi. Babamın beyninde tümör olduğu teşhis edildi ve hızlı bir şekilde ameliyat olması gerekiyordu. Biz hastane ile ev arasında mekik dokurken, komşularımız bize yemek pişirip getirmişti. Hiç tanımadığımız komşularımız, Silva Kurim, sağ olsun karşı binada oturan komşularımızdı. Durumdan haberdar oldukları zaman yemek pişirmeye vakitleri olmaz diye düşünerek bize yemek getirmişti, hiç unutamadığım bir olaydı.
Yani Samatya dediğin zaman benim aklıma hep bu komşuluk gelir, bu sıcak ilişkiler, bu büyük aile olma durumu gelir.
Baktığınız zaman insanların semtlerle bir bağları yok. Dolayısıyla harcanan o büyük mirasın acısını hissetmiyorlar. Ne kaybettiklerinin farkında değiller.
Çünkü bizim yaşadığımız semt bize dönüşüyor, biz de yaşadığımız semte dönüşüyoruz.
Ve şu an Türkiye’ye baktığımız zaman evrildiğimiz, değişime uğradığımız şey insanlar mutlu etmiyorsa, dönüp bakmamız lazım, nerede yanlış yapıyoruz biz?
Bizim yarına borcumuz var Samatya olarak, Bakırköy olarak ya da diğer semtler olarak ya da İstanbul olarak. Biz yarına ne bırakmak istiyoruz? Kavga, karmaşa mı? Yoksa kültürel bir zenginlik, o kültür içerisinde komşunun komşusu ile ilişkisi mi?
Benim alt komşum Türk. Dolayısıyla ben kendi bayramında ona giderim, o benim bayramımda bana gelir.
Biz, bizden farklılarla bir araya geldiğimiz zaman, eğer farklılık orada yaşam koşullarını devam ettirebiliyorsa, orada bir hayat vardır.
Biz o hayatı kaybettikçe, tek renkliliğe döndükçe İstanbul kaybediyor. Türkiye kaybediyor. Bunun farkına varıp ne yapılabilir, bulmak sanırım İstanbul’un eski o çok zengin kültürünün nispeten iyileştirilmeye başlaması için atılacak adım olacaktır diye düşünüyorum.
*Samatya’nın Portreleri: Samatya’da yaşayan 5 kişinin yer aldığı bir video portre serisidir. Alikev Genç Sanatçı Fonu ile çekilmiş, yapımcılığını Zeynep Tunç, yönetmenliğini Sevde Tunç, yardımcı yönetmenliğini ise Ayşe Aydın üstlenmiştir.
