İstanbul’da olduğu kadar başka bir şehir yoktur ki bir binanın, bir ağacın, bir heykelin, bir taşın, bir mezarın, hayatta ya da medfun bir şahsın ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü bir hikâyesi olsun. Gidersiniz bir mekâna, okursunuz veya dinlersiniz gerçek hikâyesini; peşinden bir cümle girer, “Derler ki…” diye. İşte o an başlar rivayetleri.
Şahsen, gerçeğini dinlemektense ben rivayetini daha çok severim. Gerçek içerisinde kişiler, yerler, zaman bellidir ama çok fazla da duygu geçmez sanki insana. Oysa rivayetler öyle mi? “Derler ki…” kelimesi kulağa düştüğü an bir dedikodu heyecanı sarar. Sonra hissetmeye başlarsınız o “Derler ki…” diye başlayan cümlenin alt mesajlarını: Sevgi mi, öfke mi, korku mu, hüzün mü, derin bir inanç mı, ötekileştirme mi… Rivayetler bazen bir duyguda toplanır, bazen de farklı duygulara dağılır.
Hal böyle olunca, ben de düştüm şehirdeki bu rivayetlerin peşine. Yeni düştüm de denemez hani; oldum olası tarih derslerinin, aile hikâyelerinin, rehber kitaplarının hep bu noktasındaydım zaten. Aile hikayelerimdeki rivayetlerin peşine düşüp kayıtlarını zaten tutuyordum. Peki ya şehirdeki rivayetler ne olacak? Üstelik bu rivayetlerin bir kısmının da kaynağı ailem ve çevremdeki yaşını almış insanlar. Ben de yazının kalıcılığına güvenerek, ‘Derler ki…’ başlığı altında bu rivayetleri kaydetmeye, yenilerini de öğrendikçe bu yazıyı güncellemeye karar verdim. Sizlerin de bu şehir hakkında bildiği rivayetler var ise, benimle paylaşmaktan çekinmeyin.
Bölüm 1: Üç Şahsiyet, Üç Rivayet
Madem girdim bir yola, o halde üç şahsiyet hakkında üç rivayeti kayıt altına alarak başlayayım. Bu rivayetlerden ikisi okuyup gördüklerimden, üçüncüsü ise aileden dinlediklerimden. Yolculuğumuz Karaköy’den Saraçhane’ye, ardından da Kabataş’a uzanıyor.

‘Üç Şahsiyet Üç Rivayet’ bölümünde bahsi geçen türbeler
Koyun Baba, Karaköy
Karaköy Perşembe Pazarı sınırları dâhilinde, Makbul İbrahim Paşa Camii’nin hemen arkasında, Fermeneciler Caddesi üzerinde yer alan Bilginol İş Hanı’na şöyle bir dışarıdan baktığınızda, içinde sizi bir türbenin beklediğini muhtemelen düşünmezsiniz. Hanın içine girince, merdivenlerden yukarı çıkmak yerine, soldaki kapının açıldığı dehlize girip, daracık merdivenleri dönerek çıktığınızda kendinizi bir oda içerisinde bulursunuz. İşte bu odada Koyun Baba karşılar sizi.


Koyun Baba Türbesi & Pargalı İbrahim Paşa
Koyun Baba karşılar dedim ancak bu isim de duvardaki mermer kitabenin tercümesinde gizlidir. Burayı ziyaret edenler türlü türlü kerametler beklerken, yaramaz çocuklar için izledikleri yol ise ilginçlikten ziyade ürperticidir. Derler ki, bu yaramaz çocuklar uslansın diye bu türbeye getirilir ve hatta daha abartarak derler ki, bu çocuklar bir gece bu türbede bırakılır ve ertesi gün uslanmış vaziyette alınırmış!
Yine derler ki, burada yatan Koyun Baba değil, mezar yeri bilinmeyen, hemen yakında da adına bir camisi olan Pargalı İbrahim Paşa imiş. Farklı kaynaklarda ise medfun kişi, Sandalcı Baba, Seyyid Ali Hz. olarak geçmekteymiş. Bölgede gezerken sorduğumuzda da dediler ki: ‘Okumuş adamlarsınız yahu, inanmayın bunlara; yatan cellat mı, hırsız mı ne idiği belirsiz biriymiş!
* Koyun Baba Türbesi’ni ilk defa bundan yıllar evvel bir rehber kitapta görüp, yaklaşık 5 yıldır içine girmeye çalıştım. Kitaptaki fotoğrafta, türbe çok daha bakımlı bir halde ve duvarda bir Rufai şişi görülmekteydi. 15 Ağustos 2025 tarihinde, nihayet içine girdiğimde, karşılaştığım manzara fotoğraftaki gibiydi.
** 2017 yılında çıkan bir habere göre, Arkeolog Murat Sav bu türbenin Pargalı’ya ait olduğunu iddia etmiştir.
Bukağılı Dede, Saraçhane
Saraçhane’de, Onsekiz Sekbanlar Şehitliği içerisinde, bir mezar vardır ki hakkında söylenenler kafa karıştırır. Bundan yıllar evvel basılan, Friedrich Schrader’in ‘İstanbul 100 Yıl Öncesine Bir Bakış’ ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ‘Dirilen İskelet’ kitabında geçen Bukağılı Dede’ye aittir bu mezar.


Onsekiz Sekbanlar & Bukağılı Dede Mezarı
Derler ki, Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi sırasında Saraçhane’de esirleri izlerken, bir noktada esirlerin zincirlerinin çözüldüğünü görmüş. Şaşırmış haliyle. Mekanda mıdır keramet diye sordurarak kazdırmış bölgeyi ve karşılarına hristiyan bir ermişin cenazesi çıkmış. İstanbul’da gömülü olduğu bilinen Havari Andreas olabilir demişler. Fatih oraya bir türbe yaptırmış, adına da bu olaya atfen Bukağılı (Zincirli, Prangalı) Dede demişler.
Vaktinde bu türbeye, Rumlar ve Müslümanlar aynı saygıyı gösterir, hapse girecekler burada kurtulmak için adaklar adar, ve ayrıca buraya prangalar da bırakılırmış. 1900’lü yıllarda türbe ortadan kaldırılınca buradaki prangaların bir kısmı Türk İslâm Eserleri ve Galata Mevlevîhânesi envanterine girmiş. Ben de zaten bu inanılmaz rivayeti ilk bu zincirlerin açıklamasında görmüştüm.

Bukağı, Pranga / Galata Mevlevihanesi Müzesi
Peki mezarda yatan gerçekten Havari Andreas mıydı? Eğer Andreas ise, havarinin bir sürü kiliseye dağılmış rölikleri kime aitti? Bunlar benim kendime sorduğum sorular.



Farklı Kiliselerden Havari Andreas Rölikleri
Aslına bakacak olursak, Bukağılı Dede’nin bulunduğu yer de, Bizans döneminin en kutsal bölgelerinden biriydi. Dönemin Havariyun Kilisesi, Polyeuktos Kilisesi, Akataleptos Manastırı ve bugün üniversite kampüsü içerisinde kalan diğer kiliselerinin neredeyse tam ortasında yer almaktaydı burası. Kaynaklara göre, havarilerin kutsal emanetleri zaten Havariyun Kilisesi’nde sergilenmekteydi. Belki de, şu an Bukağılı Dede’nin olduğu yerde, Andreas için ayrı bir yer vardı ve Latin işgali ile birlikte o da yerle bir edilmişti. Kimbilir konu belki bir gün aydınlığa kavuşur, biz medfunu Bukağılı Dede diye sevelim, sayalım.
Çizmecibaşı Mahmud Ağa, Kabataş
Tophane’den Kabataş’a doğru yürürken, Kabataş’a birkaç adım kala, yolun ortasında çevrelenmiş heybetli bir çınar ağacı ve bu çınarın hemen altında ise bir mezar taşı görürsünüz. Üzerinde yazana göre Fatih’in Çizmecibaşısı Mahmud Ağa’nın mezarıdır burası.

Çizmecibaşı Mahmud Ağa Mezarı
Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’ne göre, çok eskiden tam bu noktada, ayin günü Pazar olan bir halveti tekkesi, bir mescid ve bir de Mahmud Ağa’nın türbesi varmış. 1864’te basılmış Hadikatül Cevami ise bu bölgede artık bir mescid olmadığını, sadece bir arsa ve bir mezar taşı kaldığını söylemektedir. Bunlar tabii kaynaklardan okuduklarım, konunun bir de ‘Derler ki…’ kısmı var.
Babamdan ve aynı yaş grubu farklı birkaç kişiden dinlediğime göre, Kabataş’ta yol çalışması yapılırken, kepçenin (kimi kazma diye anlatıyordu) mezara değmesiyle, metrelerce geriye fırlaması bir olmuş. O dönem şahit olanlar bunu çevrelerine anlatmış. O zaman anlamışlar ki burada önemli biri medfun; kimi der Mahmud Ağa, kimi de çok çok daha eski bir İstanbullu.
Bölüm 2: XI.Konstantin’in Ölümleri ve Mezarları
29 Mayıs 1453 sabah saatlerinde yalnızca dönemin en önemli şehri İstanbul (Konstantinopolis, Kostantiniyye) fethedilmemiş; aynı zamanda Doğu Roma İmparatorluğu yıkılmış, Osmanlı Devleti bir imparatorluğa dönüşmüş, II. Mehmed “Fatih” unvanını almış, yeni bir çağ başlamış ve son Bizans İmparatoru XI. Konstantin Palaiologos hayata veda etmişti.
O gün XI. Konstantin hayata veda etmişti; ancak nasıl öldüğüne dair rivayetler de aynı anda yayılmaya başlamıştı. Çünkü imparatorun ölümüne tanıklık eden hiç kimse sağ kalmamış, maiyetinden de olayın nasıl gerçekleştiğine dair güvenilir bir anlatı bırakılmamıştı.

XI.Konstantin Paleologos
Tarihçi Kritovulos, Konstantin’in savaşırken öldüğünü yazar. Doukas, onun savaş sırasında Balat Kapısı civarında bulunduğunu, ardından padişahın huzurunda cesedinin bulunup başının getirildiğini gördüğünü aktarır. Sakızlı Leonard, Konstantin’in savaşta düştüğünü, kısa süreliğine ayağa kalktıktan sonra yeniden yere yıkılıp çiğnenerek can verdiğini belirtir.
Kuşatma sırasında şehirde bulunan Venedikli hekim Niccolò Barbaro ise, kimsenin imparatorun ölüp ölmediğini ya da şehirden kaçıp kaçmadığını bilmediğini; bazıların cesedini ölüler arasında gördüğünü, bazılarının ise Osmanlılar surları Romanos Kapısı’ndan geçer geçmez onun kendini astığını söylediğini yazar. Kardinal Isidoros da Konstantin’in Romanos Kapısı’nda savaşırken öldüğünü bildirmiştir.
Floransalı tüccar Jacopo Tedaldi ise, “Kimi başının kesildiğini söylüyor, kimiyse kapı önündeki izdihamda can verdiğini… Belki de her iki anlatı da doğrudur.” diye kaydeder.
Venedikli Nicola Sagundino, 1454’te Aragon ve Napoli Kralı V. Alfonso’ya yazdığı mektupta, imparatorun kaçmayıp savaşarak akıbetinin “tüm zamanlar boyunca hatırlanmaya değer” olduğunu belirtmiştir.
II. Mehmed’in ordusunda yer alan Tursun Bey, Konstantin’in kaçarken bir grup denizciyle karşılaştığını ve çatışma sırasında başının bir azep askeri (deniz askeri) tarafından kesildiğini yazar. Osmanlı tarihçisi İbn Kemal de benzer bir hikâye anlatır; ancak ona göre Konstantin’in başını, kim olduğunu fark etmeden dev gibi bir Türk denizci kesmiştir – burada bahsettiğim azep askeri detayını unutmayalım.

Theophilos Hatzimihail’in İstanbul’un Fethi Üzerine Bir Resmi
XI. Konstantinos Palaiologos’un nasıl öldüğüne dair, yazılı anlatılara zamanla sözlü rivayetler de eklenmişti; ancak en nihayetinde çoğunluk, onun o gün öldüğüne inanmıştı. “Çoğunluk” diyorum, çünkü küçük bir kesim, olaya ilahi bir boyut kazandırmak için göğe çekildiğine; bir diğer kesimse, bir melek tarafından mermer bir heykele dönüştürülüp – ya da mermer bir lahit içinde- Altın Kapı’nın altında saklandığına inanıyordu.
Derler ki Konstantin’in naaşı — bulunduktan sonra — Fatih Sultan Mehmet’in Hıristiyanlara verdiği emirle, hak ettiği değeri görecek şekilde defnedilmiştir. İşte bu yüzden, zaman içerisinde XI. Konstantin hakkında rivayetlere mezarının yeriyle ilgili söylentiler de eklenmişti. Hatta bu söylentiler yıllar içinde gazetelere, dergilere de konu olmuştu.
Evliya Çelebi yaygın ismi Sulu Manastır olan Peribleptos Manastırı’na gömüldüğünü söylemiştir. Halk arasında, Balıklı Meryem Ana Rum Manastırı ve Gül Camii (eski Ayia Theodosia Kilisesi ) Konstantin’in mezar yerine dair çok eski rivayetler arasındadır. Biraz daha yakın zamanlara gelelim. Maxime Du Camp, 1848 yılında yazdığı kitabında Süleymaniye Camii yakınlarında bir lahit gördüğünü ve kime ait olduğunu sorduğunda XI.Konstantin’e ait olduğu cevabını aldığını yazmıştır. Yine bir rivayet Ayasofya’da gömülü olduğunu söylemektedir.

XI.Konstantin Paleologos’un Rivayet Edilen Mezar Yerleri / 2mi3.com
Fakat tüm bu rivayetler üzerine öyle bir rivayet vardır ki bu hem önemli bir tarih kitabında geçer hem de eski İstanbul haritalarında! Bir dönem Robert Koleji’nde de öğretmenlik yapan, Edwin A. Grossvenor’un 1895 yılında yazdığı Constantinople isimli kitabında, son Bizans imparatorunun mezarına dair çok ilginç bir bilgi yer alır. Bu bilginin Türkçe çevirisi şu şekildedir:
‘’Bugün, İstanbul’un Ebu Vefa semtinde, Rumlar’ın Konstantin’in mezarı olarak saygı duyduğu, isimsiz, mütevazı bir mezar görülebilir. Ürkek bir bağlılık ile, etrafına birkaç süs serpiştirmiştir. Yanında gece gündüz mumlar yanardı. Sekiz yıl öncesine kadar, gizlice de olsa, ibadet yeri olarak sıkça ziyaret edilirdi. Sonra Osmanlı Hükümeti ağır cezalar verdi ve o zamandan beri neredeyse terk edildi…’’

Edwin A. Grossvenor – Constantinople 1895, sayfa 47
Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından hazırlanan ‘19.Asırda İstanbul Haritası’ isimli kitapta, Vefa’da ‘Konstantin’in Mezarı’ diye bir detay, C4 paftası üzerinde görülebilmektedir. Yine 1913-14 tarihli ünlü Alman Mavileri haritalarında, Vefa’da aynı lokasyonda ‘Konstantanie Sokak’ adı görülmektedir.

Ekrem Hakkı Ayverdi – 19.Asırda İstanbul Haritası Pafta C4

Alman Mavileri Cilt II – Pafta J8/3
Konu hakkında rivayetlerin çokluğu yetmiyormuş gibi, rivayet rivayeti doğurmuş ve ‘Derler ki…’ diye başlayan cümlelere bir yenisi daha eklenmiş:
Derler ki, azep askerinin Konstantin’i öldürmesi Fatih’in hiç hoşuna gitmemiş, İmparator da bu azep askerini öldürtmüş…
İşte az evvel yukarıda sizlere ‘unutmayın’ diye bahsettiğim bu azep askeri de Vefa’ya gömülmüş. Üstelik XI.Konstantin ile çok yakın bir şekilde. Günümüz haritalarında Azep Askeri Sokak’ı görmek mümkün. Eski haritalarda Vefa’da görülen Arabın Türbesi’nin, bir yazım hatası olup Azep’in Türbesi olabileceği rivayetler arasında.


Mehmethan Sokak ve Şehzade Camii Sokak / Vefa
Bugün eski haritalarda Konstantanie Sokak, Konstantin’in Mezarı diye bahsedilen yerler, Vefa’da Mehmethan Sokak’ı işaret etmektedir. Ünlü rehber Talha Uğurluel’in bir videosunda ise mezarın, Şehzade Camii Sokak üzerinde olduğu söylenmektedir.
Bizansconstantin isimli kıymetli araştırmaların yapıldığı blog sayfasında, Konstantin’in mezarının bu sokakta yer alan Cibali Şehit İlhan Varank Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin bahçesinde olduğu öngörülmüş. Bana da tüm rivayetleri derlemek, olası yerleri ziyaret edip bir harita üzerinde işaretlemek düşmüş.
Devam edecek…
23.09.2025 –
Yazan: Dimitri Daravanoglu
*Bu araştırma-inceleme yazısı Dimitri Daravanoğlu tarafından daha önce www.2mi3.com/ sitesinde yayınlanmıştır.
Kaynakça:
1-) Emre Öktem, İstanbul’un Gizlisi Saklısı, Jonglez Yayınları, İstanbul, 2016
2-) https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/sehzadebasi-ndaki-tahtin-sirri-cozuldu-mu-29490138
3-) https://www.istanbulunsirlari.net/2018/06/06/isa-a-s-havarisi-istanbulda-mi/
4-) https://istanbulansiklopedisi.org/handle/rek/11948
5-) https://www.haberturk.com/pargali-ibrahim-pasanin-mezari-karakoyde-cikti-1675152?page=3
6-) https://bizansconstantin.wordpress.com/2022/12/21/xi-konstantin-paleologosun-mezari/
7-) https://kulturenvanteri.com/yer/son-roma-imparatoru-xi-konstantin-paleologosun-mezari
😎 https://archive.org/details/constantinople01grosuoft/page/46/mode/2up
9-) Arda Ekşigil, Konstantinopolis’in Son Rum İmparatorunun Beklenen Dirilişi Üzerine, Toplumsal Tarih, Aralık 2020
10-) Dukas, Bizans Tarihi, Istanbul Matbaası, Istanbul, 1956
